“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.” Ve o öğretinin sunduğu, bugünün dünyasında artık geçmişin toprak sahipliği, şan, şöhret, zenginlik, yarışmalarına deneyim yarışmaları eklendi. Öyle ki insanlar “ya biz de arkadaşlarla bla zaman bla işler yapmıştık, ben ohaa demiştim bla bla” biçiminde söylemleri hayatlarının merkezine yerleştirip kıymetli zamanı geçmişin kabartma tozlu sözde deneyimlerini paylaşmak ile harcar oldular. Ve en kötüsü bu cahilliğin, eğitimsizliğin veya işsizliğin bir yansımasından ziyade bir kayboluşa psikolojik bir reaksiyon. Mananın her geçen gün yitip gittiği, büyüsü bozulmuş dünyanın insana küçük geldiği bu zamanlarda insanların zevklerinin ve kişiliklerinin kimi sistemlerce standartlaştırılıp içleri boşaltılarak boş zaman kavramının tüketim zamanı olarak görüldüğü insanlar, yapılan kimi şeyleri kırık bir ana dil ile daha abartılı göstererek aslından çoktan yok olmuş yada yok olma sürecinde olan benliklerinin aslında ne kadar da özel, güzel ve eşşiz olduğuna inanarak ve inandırma gayreti ile yaşama tutunmaya çalışırlar. Ancak gerçek insan onu inkar etse de var olmaya devam edecektir. Ve karanlık bir gece de etrafta yalan ve abartılar ile varlığına ikna etmek zorunda kalmadı an insan mutlak gerçeği, yani soluk mavi noktada ki bir zerreden ibaret oluşunu fark edecektir. Bu durumda ise en kötü senaryo ne yazık ki bu farkında oluşu bile reddederek varlığı konusunda kendinin bile kandırmış olanlardır. Manadan ve anlamdan uzak içerikleri ile parlak ambalajları ile işte bu insanlar her geçen gün biraz daha toplumumuzda çoğunluğu oluşturmasıdır. Bu senaryo bize bir öğüdü hatırlatır.
“En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.”