Sosyolojinin inceleme alanına dâhil olan gündelik hayat incelemeleri, gündelik iletişim noktasında iletişim bilimleri ile konu kesişiminde bulunmaktadır. Bu noktada gündelik hayatın olmazsa olmazı gündelik ilişkilerde kullanılan iletişim yaklaşımı ve yöntemlerinin toplumların büyük kesimlerinde hangi zaman diliminde bu denli sığlaşmaya başladığı önem arz etmektedir. Zira gündelik hayatta her nesille biraz daha artışı gözlemlenen bu durum kaçınılmaz bir tek düzeliğin ve niteliğinden sıyrılan yeni toplumsal bağların göstergesidir. Tabii bu duruma bir toplumsal bağ olarak yaklaşmak, bu bağlantısızlığı bir bağ olarak tanımlamak ne denli doğrudur?
Toplumun büyük kesiminde, ‘nitelikli bir konuşmadan’ sıkılıp bunalan bireyleri gözlemlemek mümkündür. Bu bireylerin artan çoğunluğu, trajik biçimde azalan ‘derinlikli düşünce insanlarının’ azalan nesline bir görüngü sunmaktadır. Bu ters orantı şüphesiz toplumsal bağların zayıflamasından tutun da bireyler arası bağların ve hatta bireyin kendi soydaşlarıyla, geçmişiyle kuramadığı ilişkilerin görünen yüzü olarak değerlendirilebilecektir. Her şeyin anlamından ve niteliğinden bir uçurumdan düşer hızda ayrılması, her durumda olduğu gibi kurulan iletişimlerde de sığ, işlevsiz anlama ve algılama becerisinden yoksun ilişkileri arttırmaktadır. Bu göz ardı edilen iletişim ve ilişki biçimleri toplumsal yok oluşun göstergesi değil midir?
Uyuşturulmuş ve bu vesileyle zapt edilmiş insan zihinlerinden çıkan hangi faaliyet ulusumuzun ve hatta insanlığın kurtuluşuna gebedir?
Günün anlamına istinaden soruyu belki de şöyle sormalı;
Emperyalizmin dayatmasına ve sistemli yok edişine geçmişte ses getiren bir biçimde “Dur!” diyen ecdadımız bu düşünceyi “Çanakkale Geçilmez!” diyerek dağa taşa yazmış ve dünyaya haykırmıştır. O halde sorumuz :
“Günümüzde Çanakkale bilinçaltında geçilmiş midir?”